22 Mayıs 2012 Salı

SAVAŞLARI DEĞİŞTİREN 50 SİLAH (7) / Grejuva (Grek - Rum) Ateşi


     Tarihte hiçbir silah Grejuva (Grek - Rum) ateşi kadar spekülasyona maruz kalmamıştır. Silahın formülü yüzyıllarca çok sıkı korundu; çünkü Doğu Romalılar bu silahın imparatorluk halkına gönderilmiş kutsal bir hediye olduğuna inanıyorlardı. Doğu Roma tek başına bu silahın sahibiydi ama barutun bulunmasıyla bu "mucizevi" silah aşamalı olarak kullanımdan kalktı ve nihayetinde unutuldu.


     Grejuva ateşinin içeriği ile ilgili pek çok söylenti bulunmaktadır. Zira eski kaynaklarda silah hakkında çok geniş ve çeşitli anlatımlar mevcuttur. Genel kanıya göre Grek ateşi, Suriyeli bir mimar olan Callinicus'un icadıdır. İnanışa göre, durudurulması pek mümkün olmayan Müslüman saldırılarını gören Callinicus, Hıristiyanlığı kurtarmak adına M.S. 660 yılında yeni icadını İstanbul'a getirmiştir. Müslüman donanmasının yok oluşunu anlatan Doğu Romalı tarihçi Theophanes, "...Bir deniz ateşi bulan Heliopolis'li mimar Callinius, Arapların teknelerine ateşi fırlattı ve hepsini mürettabatıyla beraber yaktı.". şeklinde bir ifade bulunmaktadır.






     Anna Komnena (ya da "Komnene")'nın babasının dönemini analattığı "Alexiad" isimli eseri Doğu Romalıların silahlarla ve düşmanlarıyla ilgili kullandıkları en değerli kaynaklardan biridir. Bunun yanısıra, Anna'nın yazmaları Doğu Romalıların kullandıkları ateşli ve yakıcı silahların çeşitliliğini de göstermektedir. Anna yazılarında yakıcı, püskürtücü bir silahtan bahseder: "...Kolaylıkla ateş alabilen reçine, çam ve diğer yeşil ağaçlardan toplanarak sülfürle karıştırılıyordu. Bu karışım kamışların içine konuyordu. Malzemenin içine konulduğu kamışa güçlü bir şekilde durmaksızın üfleniyordu. Bu sırada kamışın diğer ucuna ateş tutuluyordu ve kamış alev alıyordu. Tutuşan kamış karşısındaki askerlerin suratlarına şimşek gibi düşüyordu.".


     Jean De Joinville, Grek ateşinin bir taşıyıcı içine konduğundan bahsetmektedir: "...Bu taşıyıcı bir fıçı kadar büyüktü. Taşıyıcıdan çıkan ateşin uzunluğu büyük bir mızrağın boyu kadar vardı.". Taşıyıcı yerle temas ettiğinde bir ateş topu şeklinde patlayarak, çevresindeki her şeyi ve herkesi ateş içine alıyordu. Bir neft yağı (petrol) taşıyıcısı olarak bilinen bu silah ateşlemeden önce büyük bir molotof kokteyli gibi tutuşturuluyordu. Ancak bu silah kesinlikle ne Callinicus'un bulduğu Grek ateşiydi, ne de Anna Komnena'nın bahsettiği reçine ve sülfürün karıştırıldığı patlayıcı mekanizmaydı. 






     Bugün birçok yetkin kişi Callinicus'un bulduğu alev makinesinin sönmemiş kireç ve oldukça yanıcı bir sıvı olan neft yağı (Babillilerin "nafta - yanan şey" dediği yüzeydeki petrol birikintisi) veya ter benzin içerdiğine inanmaktadır. Sönmemiş kireç suyla karıştırıldığı zaman çok fazla ısınır. Grek ateşinde sönmemiş kireç tutuşturulmak için sıvıyla bir araya getirildiğinde çok fazla ısınır. Grek ateşi muhtemelen bir çeşit pompa yoluyla hayvan başlarından dışarıya kışkırtılıyordu. Bu karışım açık denizde alçak bordalı bir kalyondan atıldığında ağızlıktan çıkar çıkmaz ve düşman gemisinin ıslak bölgelerine çarpar çarpmaz tutuşuyordu. Bir kısım uzman da, ateş alabilen bu karışımın deniz suyunun pompalandığı başka bir metal pompaya doğru bırakıldığına inanmaktadır. Figuratif hayvan başından çıkan karışım havayla temas eder etmez alev alıyordu. Yanan cisim sıvı ve sudan hafif olduğu için, alevlerin üzerine atılan su ateşi söndürmediği gibi, alevlerin daha çok yayılmasına neden oluyordu. Bu durum düşman tarafındaki denizciler için "Grek ateşinin söndürülmez olduğu" inancını uyandırmıştı. Bu nedenle Grek ateşi güçlü bir fiziksel silah olduğu gibi, aynı zamanda güçlü bir psikolojik silahtı.






     Bizanslılar için büyük bir şanssızlıktır ki, maddenin ve püskürtmeye yarayan aracın yapısı Callinicus Ailesi tarafından bir sır gibi korunuyordu; ve sonuç olarak bu silaha dair tüm bilgi ortadan kayboldu. Grek Ateşi"nin en son ne zaman kullanıldığına ilişkin de farklı rivayetler bulunmaktadır. Ancak bunun son büyük Arap saldırısının düzenlendiği M.S. 717-718 tarihinde olması muhtemeldir. Bizanslılar bu tarihten sonra da bu gizli silahtan bahsetmeye devam etse de, düzenledikleri saldırılarda (Örneğin; M.S. 828 yılında Girit'i ele geçirmek için düzenlenen iki sefer arasında "Grek Ateşi" kullanılmamıştı. Öte yandan; M.S. 10. yüzyıldaki Rus saldırısı gibi sonraki savunma savaşlarında da kullanıldığına dair bir kayıt  bulunmamaktadır..) Grek ateşinin kullanıldığına dair muteber bir bilgi yoktur.






     Grek ateşi Doğu Akdeniz'de savaş anlayışını yüzyıllar boyunca derinden etkiledi ve aynı zamanda dünya tarihini de değiştirdi. Eğer Callinicus "Grek Ateşi"ni bulmamış olsaydı, İslamiyet Yakın Doğu'da, Kuzey Afrika'da ve Orta Asya'da olduğu gibi muhtemelen Avrupa'yı da etkisi altına almış olacaktı.



YARARLANILAN KAYNAKLAR:


* Christon I. Archer - John R. Ferris vd., Dünya Savaş Tarihi, (Çev.) Cem Demirkan, Tümzamanlar Yayıncılık, 2006.

* John Keegan, Savaş Sanatı Tarihi, (Çev.) Füsun Doruker, Sabah Kitapları, İstanbul, 1995.


* Osprey Publishing (Muhtelif Kitaplar).


* William Weir, 50 Weapons That Changed Warfare, New Page Books, 2005.


 

11 Mayıs 2012 Cuma

MALAZGİRT SAVAŞI (M.S. 1071)


     1040 Dandanakan Savaşı ile devletlerinin sağlam bir temele oturmasını sağlayan Büyük Selçuklular, bu savaşın akabinde batıya doğru genişleme kararı aldılar. Yapılan fetih planlaması çerçevesinde Anadolu'nun bir Türk yurdu haline getirilmesi amaçlanmıştı. Bu gaye ile Selçuklular, Bizans hakimiyetindeki Anadolu'nun içlerine doğru vur-kaç şeklinde akınlar yapmaya başladılar.


 Malazgirt Savaşı Öncesinde Dönemin Coğrafyası...




 
     Bizans İmparataru IV. Romanos Diogenes ise yaklaşan Selçuklu tehlikesinin farkına vararak bir dizi tedbiri uygulamaya karar verdi. 1068 baharında Anadolu'ya sızmaya çalışan Selçuklu kuvvetlerine karşı harekat başlattı ve Maraş'a kadar ilerledi. Ancak askerleri Selçuklu kuvvetleri tarafından mağlup edildi. Kayda değer bir başarı elde edemeyen Diogenes, İstanbul'a dönmeye karar verdi. İstanbul'a döndükten sonra imparatorluğun ileri gelenleriyle yaptığı görüşmelerde Selçuklu sorununu tamamen bitirmek gerektiğine inanan Diogenes, Mart 1071'de  toplayabildiği bütün kuvvetlerle sefere çıktı. İçerisinde çok sayıda paralı askerin de bulunduğu orduda Rum - Slav - Frank - Alman - Ermeni - Bulgar - Gürcü - Macar - Norman - Fars askerlerin yanısıra, Oğuz - Peçenek - Kıpçak ve Hazar Türkleri de vardı. Ayrıca ordu dönemin en gelişmiş silahlarıyla techiz edilmişti.

 
     Konuya kısa bir girizgâh yapmamızın akabinde, temel amacımız muharebelerin stratejik ve taktiksel gelişimini irdelemek olduğundan Bizans ordusu ile Selçuklu ordusunun Malazgirt'e gelene değin yaptıkları eylemleri ve süreci es geçerek direkt olarak Malazgirt Meydan Muharebesi'ni incelemeye başlayabiliriz. 


     İki ordu Malazgirt'e gelene kadar aralarında vuku bulan birkaç ufak çaplı çatışmanın tümünde Selçuklular üstünlük gösterdiler. Bu çatışmaların bir tanesinde Bizanslıların savaş alanına getirmek için yola çıkardığı, Hz. İsa döneminden kalma olduğuna inanılan haçı ele geçiren Selçuklular'da moral - motivasyon seviyesi üst düzeye çıkmıştı. Yalnız burada belirtmekte fayda gördüğümüz husus, Bizans İmparatoru Romanos Diogenes'in yol üzerindeki Ahlat civarlarında bulunan Türk birliklerinin geri çekildiğini sanıp, Trakhaniotes komutasındaki en seçkin birliklerini geçilecek yolların güvenliğini sağlamaları ve erzak temini için Ahlat çevresine göndererek, ordusunun gücünü ikiye bölmesidir. Trakhaniotes'in yanına ünlü Norman komutan Urelius ile birlikte yaklaşık 30 000 askeri alıp, Ahlat'a gitmesinin sıkıntılarını Bizanslılar fazlaca yaşayacaklardı.


     Bizans ordusunun ana kısmı Malazgirt yakınlarına geldiğinde, hakim mevkilerin Selçuklular tarafından denetim altına alındığı görüldü. Yeri gelmişken eklemek gerekir ki, Bizans ordusunun savaş ve gıda malzemelerini 3000 araba taşıyordu ve önlerine çıkabilecek her türlü engeli aşabilmeleri açısından çok çeşitli muhasara araçlarını yanlarında getirmişlerdi. Bunların içerisinde, İslam kaynaklarının belirttiğine göre yaklaşık 1200 askerin kullandığı muazzam bir mancınık da mevcuttu. Tüm bu veriler bize Diogenes'in gerektiğinde İran coğrafyasının içlerine kadar gitmeyi göze aldığını göstermektedir. Zira böyle önemli bir gücü toplayan Diogenes'in gururunu okşayarak, nazarında prim kazanmak isteyen kişilerin (başta Basilakis olmak üzere) bu meyanda yoğun telkinleri oluyordu. Bryannios ve Türk asıllı olduğu da iddia edilen Trakhaniotes gibi tecrübeli komutanlar ise merkezden ne kadar çok uzaklaşırlarsa riskin o derece fazla artacağını bilmekteydiler. Ancak Diogenes'i dizginleme çabalarında pek de başarılı olduklarını söyleyemeyiz. Zira yukarıda da belirttiğimiz gibi, Diogenes Erzurum civarlarına geldiğinde ordusunun en seçkin askerlerini Ahlat'a göndererek kibrini ve kendisine olan aşırı güvenini açıkça göstermişti.

   
     Orduların yapılarına kısaca bakacak olursak, Bizans ordusunda eğitim sistemi çok katı  ve zorluydu. Hatta eğitim adı altında işkenceye varan dayanıklılık testleri uygulanıyordu. Acemi askerler Kastamonu ve Sofya'da kurulmuş olan başlıca iki eğitim merkezinde eğitilmekteydiler. Eğitime alınan askerlerin eğitimleri bitmeden bu merkezlerden çıkmaları çok zordu. Kaçmaya çalışanlar diğerlerine gözdağı olması açısından acımasızca cezalandırılıyorlardı. Bir asker eğitimden kaçarsa ilk seferinde burnu kesiliyordu. Eğer ikinci kez kaçmayı denerse bu defa da gözleri oyuluyordu. Böylelikle hem eğitimden kaçmanın önüne geçilmek isteniyor hem de en mülayim insanlar bile yarı vahşi bir karaktere büründürülüyordu.



Bizans Ordusunun Eğitim ve Savaş Düzeni... 








     Bölgedeki iç dinamikler ve ülkedeki bazı düzensizlikler nedeniyle Bizans ordusunun daha ziyade savunma amaçlı şekillendirildiği söylenebilir. Dolayısıyla, bir savaş çıktığında Bizans ordusunun öncelikli taktiği hasmı aldatma ve oyalama üzerine kuruludur. Ayrıca tahkimata çok önem verilmiştir. Bizans ordusu açık ve uzak alanda savaşmamaya özen gösterdiğinden savaşları surlarla çevrilmiş şehirlere yakın yerlerde yapmayı tercih etmiştir. Olası bir bozgunda kaybı minimize edebilmek için süratle kale duvarlarının gerisine ve surların içine sığınma imkanı aranmıştır.


     Bizans ordusu başlıca 3 ana komutanlığa ayrılmıştı: Bunlar Piyade (Peditum), Süvari (Equitum) ve Özel Kuvvetler...Bununla birlikte, piyadenin rolü ikinci plandaydı. Bu yaklaşımın en güzel tezahürü taktik talimnamelerde görülmekteydi. Talimnamelerin pek çoğunda yaya askerlerden söz etmeksizin süvariye yönelik bir düzen önerilmektedir. Bu, Araplar ve Türkler gibi hızlı hareket eden bir düşmanla çatışmaya girildiğinde piyadenin savaş alanına daima geriden gelmesinin bir sonucuydu. Gücü ekseriyetle atlılardan oluşan düşman karşısında 9 "bandonluk" bir "turma"ya veya 3500 ila 4000'er kişilik birimlerden mürekkep bloklar halinde saf tutmayı esas alan savaş düzeni kullanılmaktaydı.



Bizans Ordusu Savaş Unsurları...

Varyaglar [Varangians]

(Bizanslılar'da Kuzey Avrupa'dan katılan paralı Viking askerlerine bu isim verilirdi. Çok sadık ve gözüpek savaşçılar oldukları için genellikle saray muhafazı olarak görevlendirilirlerdi. Ok ve kılıç da kullanırlardı ancak bilhassa çift taraflı baltalarıyla ünlenmişlerdi. Bu baltalara karşı konacak zırh o dönem için yok gibiydi. Savunma aracı olarak da yuvarlak kalkanları ve örgü zırhları mevcuttu.)










     Ön savunma hattı her biri 5 ya da 7 sıra halinde dizilmiş üç bandondan oluşuyordu. Bu askerler düşmanın taarruzuyla oluşan ilk şok dalgasını karşılıyorlardı. İlk hattın ardından her biri 8 ya da 10 sıra halinde dizilmiş dört yarım bandondan oluşan ikinci hat vardı. Bunlar ön hattaki bandonların hemen arkasında değil, aralarındaki boşlukta yer alıyorlardı. Böylece geri püskürtülmesi gereken ilk hat aradaki boşluklara çekilebilecekti. Bu iki hattın daha ilerisinde düşmanın göremeyeceği şekilde kamufle olmaya çalışan iki grup asker yerleştiriliyordu. Enedri (Pusuya Yatanlar) denen bu askerlerin başlıca görevi, düşmanın gerisine sarkmak ve ani saldırılarla düşmanın kanat kuvvetlerini taciz etmekti.


     Bizans ordusu açık alanda savaşmayı sevmese de, açık alanda savaşmak ve taarruz etmek konusunda da becerikliydi. Orduları silah ve zırh donanımı açısından iyi ancak esneklik ve hareket kabiliyeti açısından hasımlarına oranla zayıftı. Merkez kuvvetlere imparator, kanatlara ve ihtiyatlara ise prensler ve becerikli komutanlar komuta ederdi. Dışarıdan bakıldığında ürkütücü bir görünüm sergilemelerine karşın askerlerin birlik-beraberlik-vatana bağlılık gibi mefhumları önemsemeyişi ciddi bir handikaptı. Zira ortak bir aidiyet duygusu ve ülkü birliğiyle savaşmayan, çoğunluğu maddiyat için savaşan askerlerin zor durumlarda dağılması kaçınılmazdı.


Normanlar




Fransızlar




     Selçuklu ordusunda da acemi askerlerin eğitimi gayet ağırdı fakat katılım büyük oranda gönüllülük esasına dayandığı için Bizans ordusuna benzer bir dağılma durumu yaşanmıyordu. Toplum içindeki erkeklerin küçük yaşlardan itibaren at ve silah kullanmayı öğrenmesi ordu açısıdan önemli bir avantajdı. Ordunun temel savaş stratejisi doğrudan taarruz ve hareketliliğe dayanmaktaydı. Askerlerin savaş devam ederken yerinde ve zamanında manevra yapabilmesi çok önemliydi. Ordu savaş meydanında daha önceki İslam devletlerine benzer biçimde, merkez (kalp), sağ kanat (meymene), sol kanat (meysere), öncü (mukaddeme pişdar), ardcı (saka-dümdar) düzeninde yer tutuyor, karagâha bölümüne ise Muasker adı veriliyordu. Selçuklu ordusu evvelde Türkmen askerlerden müteşekkilken zaman geçtikçe karışıp, profesyonelleşti. Bilhassa Vezir Nizamülmülk döneminde köle kökenli profesyonel Gulam askerlerinin ağırlığı arttı. 


     Selçuklu orduları da, tıpkı Bizanslılar gibi, meydan savaşlarını fazla tercih etmemişler, kalabalık düşman birimlerini ani baskınlarla yıpratarak sonuç almayı amaçlamışlardır. Coğrafi açıdan uygun olan arazilerde (dar vadi, nehir kenarı vs.) çevredeki yüksek tepeleri veya dağlara gizlenip, hasmı evvela ok yağmuruna tutarak şoka uğratırlar, düşman ordularını birkaç parçaya bölerek sayı avantajlarını engellemeye çalışırlardı.
 

Kıpçak ve Peçenekler





Bizans Süvarisi ve Yarı Göçebe Türk Olan Patzinaklar








     Bunlarla birlikte, en çok kullanılan savaş taktiği sahte ricattı. Ani saldırıların akabinde ani geri çekilmelerle düşmana bozgun hissiyatı verilir, kendilerini takip eden düşman askerlerini ise belirli bir mesafeye kadar merkezden uzaklaştırdıktan sonra kanatlardan manevra yaparak çembere alırlardı. Ayrıca çeşitli savaş hilelerini kullanmakta ustaydılar. Düşman ordusu ile karşılaştıklarında muharebe öncesinde gece taarruzları pek yapılmadığından düşmanlarının görebileceği yüksek noktalara ateşler yakıp, sayılarının azlığını belli etmemeye ve hatta aksine sayılarını fazla göstermeye çalışırlardı. Geceleri kurt gibi ulumak, saçlarını kazıyıp düşman önüne atmak, nâra atmak, Davul ve borazanlar çalarak düşmanın cesaretini menfi yönde etkilemek sıkça kullanılan yöntemlerdi. Bunlara geçilen yerlerdeki ekin ve otları yakıp düşman ordusunun hayvanlarını aç - güçsüz bırakmak da eklenebilir.


     Muharebeye gelirsek... Savaşın hemen öncesinde Bizans ordusunda bulunan Türk asıllı askerlerden mühim bir kısmın saflarını terkederek, soydaşları Selçuklular'a katıldığını biliyoruz. Bu kişilerin Bizans ordusu hakkında Sultan Alparslan'a verdiği bilgiler savaş esnasında Selçukluların işine bir hayli yaramıştır. Durumun vehametini idrak eden İmparator Diogenes, birliklerinde kalan diğer Türk askerlere sadakat yemini ettirip, komutan olarak görev verdiği Türk asıllı Khrysoskul'u derhal İstanbul'a yollamıştır.

 
Bizans Piyadesi






     Meydan muharebesi başlamadan önce yaklaşık üç günlük bir süreçte Malazgirt Kalesi çevresi ufak çaplı çarpışmalara sahne oldu. Bizans ordugâhını çevreleyen Türk hafif süvarileri özellikle geceleri Bizans askerlerini  taciz etmeye başladılar. Bu tacizler Bizanslıların moralini ciddi anlamda bozdu. İlaveten, orduda başlayan yiyecek ve su sıkıntısı askerleri olumsuz etkileyen başka bir unsurdu. Diogenes, etrafını çeviren Türklerin dikkatini dağıtmak ve askerlerini toparlamak için savaş alanına getirilen tüm değerli eşyaları ordugâhın önüne yaymıştır. Böylece ordugâh düşecek olursa, ganimet toplama hevesine düşecek olan Türkler Bizans askerlerinin üzerine gitmeyi göze almayacaktı. Fakat Diogenes'in bu savaş hilesi netice vermeyecek, hatta kendi ordusundaki paralı askerler bu değerli eşyalara göz dikeceğinden henüz savaş başlamadan ordu içerisinde çözülmeler oluşacaktı.


     Alparslan yaptırdığı ufak çaplı tacizlerin akabinde ordusunun maneviyatını takviye edebilmek amacıyla büyük meydan savaşını Cuma gününe denk getirdi. Ancak nihai vuruşmadan önce Bizans tarafına son bir sulh anlaşması önerdi. Alparslan'ın İslamî hükümlere uygun biçimde yaptığı bu hareketi Diogenes bir zaafiyet ve korkaklık şeklinde algılayıp, reddetti. Bu durum Selçuklu ordusunun savaş kararlılığını daha da arttırdı. Savaşa başlama anını Cuma namazı vaktine kadar erteleyen Alparslan, kılınan Cuma namazını takiben beyazlar giyip kokular sürünmüş halde askerlerinin karşısına çıktı. Yaptığı konuşmada, şehit düşerse vurulduğu yere gömülmesini ve kendisinden sonra oğlu Melikşah'a biat edilmesini vasiyet etti. Daha sonra muharebeye bir hükümdar gibi değil, basit bir nefer gibi iştirak edeceğini, kendisinin din ve devlet uğruna çarpışmak için orada bulunduğunu ancak isteyen herkesin savaş alanından çekilmekte hür olduğunu ifade etti. Daha sonra söylediklerini tasdik etmek için atının kuyruğunu bizzat bağlayarak, ön saflarda çarpışacağını gösterebilmek niyetiyle ok ve yayını bırakıp, kılıç ve topuzunu aldı.



Selçuklu Ordusu Savaş Unsurları...

Gulamlar

(Gulamlar savaşlarda esir alınan ve diğer çocuklar toplanarak, "Gulamhane" denen yerlerde yetiştirilen askerlerdi. Bu sistemin kökeni Arap ve Perslere kadar dayanmaktaydı. Orta Asya ve Kafkas kökenli çocukların köle olarak satın alınıp, asker olarak yetiştirilmeleriyle oluşan bir sınıftı. Bu askerlerin doğup, büyüdükleri yerlerle fazla alakalarının kalmaması onlara tek aidiyet duygusu olarak savaştıkları kişi ve değerleri bırakıyordu. Gulamlar "saray" ve "hassa" gulamı olarak ikiye ayrılıyorlardı. Saray gulamı olmak ehiliyet - beceri istemekle beraber, buradan devlet kademesinde yükselmek daha  kolaydı. Gulamlar hizmetlerinin karşılığında düzenli olarak para almaktaydılar.)




Davulcu - Türkmen ve Gulam Askerini Tasvir Eden Bir İllustrasyon




     Aynı sıralarda Bizans ordusunda da dini merasimler yapılmaktaydı. Çadırlardan ilahi sesleri yükselirken, ordu içerisinde bulunan asilzade ve papazlar ellerinde renkli bayraklar ve büyük haçlarla askerlerin maneviyatını yükseltmeye gayret ediyorlardı.


     Öğleden sonra her iki taraf da muharebe düzenine geçti. Bizans ordusunun merkezinde İmparator Romanos Diogenes, sağında Bryennios, solunda Aleates yer alırken Caesar İoannes'in (ki Romanos Diogenes'in düşmanlarından biriydi) oğlu genç Andronikos Doukas geride, ihtiyatların başında kalmıştır. Sultan Alparaslan da ordusunu dört ana birime ayırmıştı. Bunlardan daha kalabalık olan iki süvari birimini savaş alanının çevresindeki tepelere yerleştirerek pusuya geçmelerini emretmişti. Üçüncü birimi düşmanın gerilerini tutması için müsait bir mahalde mevzilendirdi. Kendisi ise Diogenes'in tam karşısında yer aldı.



Selçuklu Süvarisi ve Piyadeleri












     Savaş, Selçuklu merkez kuvvetlerindeki atlı okçuların atışlarıyla başladı. Okçuların atışı altında merkezdeki diğer askerler de hücuma kalktılar. Selçuklu ordusunun sadece dörtte hücum ettiğinden bu cüzzi kuvvet karşısında kat'i muvaffakiyet amaçlayan Diogenes tüm ordusuna taarruz emri verdi ve yavaş yavaş çekilmeye başlayan Türkler'i takibe aldı. Diogenes'in bu hareketi Alparslan'ın ekmeğine yağ sürmek anlamına geliyordu. Zira sahte ricat başarıya ulaşmış, Diogenes'in kuvvetleri Alparslan'ın pusuya yatırdığı askerlerinin ok ve kılıçlarının ucuna düşmüştü. Diogenes hatasını anladığında da iş işten çoktan geçmiş olacak ve Bizans askerleri Türkler tarafından çembere alınacaktı. Bizans ordusunun ihtiyat kuvvetlerinin başında bulunan Andronikos ise mevcut manzarayı bir bozgunmuş gibi aksettirerek firara teşebbüs etmişti. Onu gören başta Ermeniler olmak üzere, pek çok asker de hezimete uğradıklarına inanarak canlarını kurtarmak amacıyla savaş alanından kaçmaya başladılar. Türklerin üstünlük haberi Ahlat'taki Bizans kuvvetlerine ulaşınca onlar da kaçmayı yeğlediler.


Malazgirt: Savaş Alanı

Selçukluların İlk Hücumu ve Bizanslıların Karşı Saldırısı





     Karanlık çöktüğünde Bizans ordusu etkisiz hale getirilmişti. Yaralı olarak esir edilen İmparator Diogenes (Doğu kaynaklarında Diogenes'in köle olan bir Gulam askeri tarafından esir edildiği, bu askerin Diogenes'in imparator olduğunu bilmediği fakat soylu olduğunu düşünerek kimseye kaptırmamak için kendisini gece boyunca saklayıp, ertesi sabah erken saatlerde Sultan Alparaslan'ın huzuruna çıkardığı belirtilir)  ve komuta kademesi Sultan Alparslan'ın huzuruna getirildi. Huzura getirilen esirin imparator olduğu gerek Basilakis'in onu görür görmez ayaklarına kapanarak ağlamasından gerekse Bizans karargâhına gönderilen elçilik heyeti ile yüzleştirilmesinden anlaşılınca Alparslan Diogenes'e hürmet gösterip, kendisiyle uzun süre sohbet etti. Kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre Alparaslan, Diogenes'i barış teklifini reddetmesinden dolayı eleştirmiş, Bizans ordusunun yenilmesindeki nedenleri yorumlamış ve nasıl bir muamele beklediğini sormuştur. Diogenes ise öldürüleceğini ya da teşhir edileceğini düşündüğünü belirterek, ufak bir ihtimalle affedilip müttefik sıfatı ile memleketine yollanabileceğini söylemiştir. Aldığı cevabın akabinde Alparslan, Diogenes'i teselli ederek kendisine misafir gibi davranacağını vurgulamıştır. Daha sonra iki hükümdar arasında ittifak muahedesi yapılmış ve Diogenes yanındakilerle beraber bir Türk süvari birliğinin koruması altında ülkesine teslim edilmiştir.



Bizans Askerlerinin Merkezden Uzaklaşarak Sahte Ricat Yapan Selçuklu Askerlerini Kovalayıp, Onlarla İç İçe Girmeleri




     Malazgirt Savaşı'nda Bizans mağlubiyetinin (dolayısıyla Selçuklu zaferinin) farklı sebepleri vardır. Pek çok kişi Bizans ordusundaki Türk asıllı askerlerin savaş öncesinde ansızın taraf değiştirmesini maddi ve manevi anlamda Bizans hezimetinin ana âmili gösterir ancak savaşın en kritik döneminde Ermenilerin kaçması ve bunun diğer askerleri de etkilemesi, Diogenes'ten hazetmeyen Andronikos'un savaş alanını terki, Diogenes'in aceleci ve hatalı idaresi (Oysa ki kendisinden yaklaşık 150 sene önce doğan İmparator VI. Leon'un savaş sanatı üzerine yazdığı meşhur Tactica'sında düşmanın gücü ve imkanları tam olarak bilinmeden kesinlikle savaşa girişilmemesi belirtiliyordu. Oradaki bilgileri özümseyen bir komutanın Malazgirt'te daha ihtiyatlı davranacağı muhtemeldir.) de Bizans açısından hezimeti getiren etkenlerdendir. Öte yandan, Alparaslan'ın dirayetli sevk ve idaresiyle şekillenen sahte ricat ve pusu uygulaması en az yukarıdaki nedenler kadar savaşın kazanılmasında rol oynamıştır. Alparslan'ın stratejik ve taktiksel bazdaki uygulamaları Bizanslıları hiç alışık olmadıkları bozkır muharebe usülü karşısında çaresiz bırakmıştır.



Selçuklu Askerlerinin Sahte Ricat Sonrasında Bizans Ordularını Çembere Alıp, İmha Etmeleri





     Modern tarihçilere göre Malazgirt Savaşı'nda Bizans ordusunun mevcutu 70 000 civarındayken Selçuklular'ın asker sayısı 20 000 ila 30 000 dolaylarındaydı. İki ordu da büyük çapta süvariden oluşuyordu. Bizans ordusunda miğfer - uzun zincirli zırh (zırh eldivenler ve diz altından topuğa kadar uzanan zırh dahil) kullanan ağır süvari unsurları bulunuyorken bu unsurlar silah olarak geniş bir kılıç, hançer, uzun bir mızrak ve süvari yayı ile teçhiz edilmişlerdi. Bazılarında savaş baltası da bulunuyordu. Selçuklular ise hafif süvariden mürekkep olup, hareketlilikleri en önemli artılarıydı. Kullandıkları silahlar arasında ok ve yay - mızrak - kargı - harbe (kısa bir mızrak türü) - hançer - kama - pala - kılıç - gürz - balta - çekre (dört köşeli, baş parmak kalınlığında, keskin uçlu zırh delici kurmalı ok) vardı. Ayrıca korunmak için kalkan ve miğferler de mevcuttu.



Malazgirt Savaşı'nda Tarafların Vuruşmasını Tasvir Eden Bazı İllustrasyonlar...









     Malazgirt Savaşı'nın stratejik - taktiksel düzeydeki gelişimi hakkında merhum Dr. General Oğuz Turan'ın " Türklerde Stratejik ve Taktik Düşünceler" adlı çalışması çok değerli bilgiler içermektedir. Biz de bunları paylaşarak konumuza nihayet kazandırmayı uygun görüyoruz:

"... Malazgirt'te Bizans ordusu, cephe taarruzu yapacak şekilde ve ihtiyat olarak düşünülebilecek ikinci kademesini de birinci kademenin gerisine yerleştirmiştir. Alparslan, daha bidayette, bir durum üstünlüğü sağlamak için, süvarilerini iki kanadına almış olup, bunları da arazide gizlemiştir. Cephe, düşmanı tespit edecek kadar kuvvetlidir, ve yarım daire şeklinde düşmanın kanatlarını kavramaktadır. Böylece, daha başlangıçta düşmana bir durum üstünlüğü sağlamıştır.


 ... Yan kuşatma taarruzu yapacak olan Selçuklu kuvvetleri, biraz önce de belirtildiği üzere gizlenmiştir. Bizans ordusu, ilerledikçe, yan ve gerilerini, daha da bu gizlenmiş Selçuklu kuvvetlerinin tesirine bırakır. Bu Alparaslan'ın harekat planının ikinci safhasıdır. Böylece yanları taarruza elverişli hale gelen Bizanslılara 3. safhada kesin darbe vurulur. 

Yan taarruzu için tertiplenmiş olan Selçuklu kuvvetleri düşmanın iki yanına, Selçuklu süvarileri de gerisine, yavaş yavaş geri çekilip, sonra savunmaya geçen cephedeki kuvvetleri de cephesine karşı şiddetle taarruza başlarlar. Böylece bütün Bizans ordusu akşama kadar imha edilir. 

... Bu muharebede kanatlardaki kuvvetlerin arazide saklanması, harp hilesi olarak tamamıyla bir dolaylı tutumdur. 

... Muharebe alanı olarak seçilen arazi engebeli olup, bu sayede kanatlardaki kuvvetler kolaylıkla saklanabilmiştir. 

... Bu muharebede kanatların gizlenerek daha sonra Bizanslıları kuşatması, harp prensiplerinden manevra ve baskın prensiplerinin tatbikine en güzel örnek oluşturur."



Malazgirt Savaş Alanıve Malazgirt Kalesi: Günümüz... 










YARARLANILAN KAYNAKLAR: 


* Ali Sevim, "Malazgirt", DVİA, Cilt: 27 (s. 481 - 483).

* C.W.C Oman‚ Ok Balta ve Mancınık: Ortaçağ´da Savaş Sanatı 378-1515‚ (Çev.) İsmail Yavuz Alogan, Kitap Yayınevi‚ İstanbul‚ 2002‚ (s. 30 - 34).
 
* John France, "Malazgirt", Bütün Zamanların Yetmiş Büyük Savaşı, (Ed.) Jeremy Black, (Çev.) Nurettin Elhüseyni, Oğlak Yayınları, İstanbul, 2006, (s. 58 - 60).

* Ian Heath - Angus McBride, Byzantine Armies A.D. 886-118, Osprey Publishing, 1979.

* İbrahim Kafesoğlu, "Malazgirt", İA, Cilt: 7 (s. 242 - 248).

* Levon Panos Dabağyan, Türk Cihan Hakimiyetine Açılan Yol / Malazgirt Meydan Muharebesi, 2006.

* Mehmet Altay Köymen, Alp Arslan Zamanı Selçuklu Askeri Teşkilatı, AÜ DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt V, Sayı 8-9, 1970 (s.1 - 73).

* Oğuz Turan, Türklerde Stratejik ve Taktik Düşünceler / Mete'den Atatürk'e Kadar, Belge Yayınları, 1986.

* Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, Ötüken Yayınları, 8. Baskı, 2004.

* Osprey Publishing (Muhtelif Kitaplar).
  
* Semavi Eyice, Malazgirt Savaşı'nı Kaybeden IV. Romanos Diogenes, TTK, 1971. 

* Timothy Dawson - Giuseppe Rava, Byzantine Cavalryman / Eastern Roman Empire A.D. 900 - 1204, Osprey Publishing, 2004.

* Timothy Dawson - Angus McBride, Byzantine Infantryman / Eastern Roman Empire A.D. 900 - 1204, Osprey Publishing, 2007.