25 Şubat 2011 Cuma

SAVAŞLARI DEĞİŞTİREN 50 SİLAH (2) / OK ve YAY

    
     Ok ve yay Taş Devri'nden itibaren insanoğlunun kullandığı en eski silahlardan biridir. Bu silahın M.Ö. 16000'li yıllarda Afrika'da ortaya çıktığı düşünülmektedir. Avrupa kıtasındaki en eski kalıntılar ise Danimarka'da bulunan Holmegaard kalıntılarıdır ve M.Ö. 8000'li yıllara değin dayanır.


     Önceleri avcılık için kullanılan ok ve yayların zamanla insanlar arasındaki çatışmaların çözümü için de kullanılmaya başlandığını göz önünde bulundurduğumuzda, bu silahın kısa sürede yaygınlaştığını söyleyebiliriz. Mesela; M.Ö. 2000'lere gelindiğinde ok ve yayın Mısır ordusundaki başlıca silah olduğunu görmekteyiz. Daha ziyade basit bir teknikle yapılan ve menzili düşük olan bu yaylar zamanla birkaç farklı maddenin birleşimiyle kuvvetlendirilip, "kompozit" (bileşik - karma) yaylar ortaya çıkarılmıştır. Ortaçağ ve sonrasında etkin biçimde kullanılan kompozit yaylara en fazla benzeyen, bir anlamda onların prototipi niteliğindeki yayların ilk kez M.Ö. 1800'lerde Asur'lular tarafından geliştirildiği biliniyor. Asurluların ağaç - boynuz ve deri kullanarak yaptıkları yaylar o dönem için bir hayli etkili olmuştur.



Basit Uzun Yaylara Verilebilecek En İyi Örneklerden Biri: Mısır Uzun Yayı ve Mısır Okçusu (M.Ö. 2055 - M.Ö. 1650)





Asur Yayının Günümüzdeki Bir Örneği ve Asur Okçusunu Tasvir Eden Bazı İllustrasyonlar...

(Asur ordusunun asıl birimi okçulardı. Bu askerler dönemine göre gelişmiş bir kompozit yay ve kılıçla donanmışlardı. Hafif zırh giyerlerdi. Okçuları düşmanlardan korumak için genellikle yanlarında kalkan taşıyan bir asker bulunurdu. Okçular kalkan taşıyan bu kişilerin arkasında siper alarak ok atarlardı.)













     Basit yaylar esnek ve sağlam bir ağaç çubuğunun şekillendirilmesiyle oluşturulan, yapımı çok fazla emek ve zaman istemeyen yaylardı. Ortaçağ'da kullanılan uzun yaylar bunlara en güzel örnektir. Neredeyse bir insan boyundaki bu yaylar 1 m. uzunluğundaki okları 300 m. kadar uzağa fırlatabiliyordu. Özellikle İngiliz uzun yayları (Longbow) savaş tarihinde derin izler bırakmıştır. Hastings, Agincourt, Crecy, Poitiers gibi savaşlarda muharebelerdeki etkinliği birinci derecede olmuştur.



İngiliz Uzun Yayı (Longbow) ve İngiliz Uzun Yayını Kullanan Okçuları Tasvir Eden İllustrasyonlar...

(Uzun yayın [Longbow] kullanılması 14. ve 15. yüzyıllarda İngiliz ordularının kazandığı başarıların anahtarı olmuştur. Bu dönemden önce uzun yayın İngiltere'de etkin biçimde kullanıldığını söyleyebilmek güçtür. Norman ve Angevin krallarının ordularında okçu birimleri olsa da, bunların ne sayısı ne de yapısı yeterli düzeyde değildi.

Uzun yayın İngiltere ordularında kullanılmasının kökeni belli değildir. 1150'li yıllarda Galler civarlarından alındığı düşünülmektedir ve ilk kez 1252 tarihli Silah Kararnamesi'nde ulusal silah olarak kabul edilmiştir. Bununla beraber uzun yay göze girişini I. Edward'a [1239 - 1307] borçludur. Bu dönemden itibaren uzun yay İngiliz savaş taktiklerinin önemli bir parçası haline gelmeye başlamıştır.)










     Uzun yayın aksine, atlı unsurlarda da rahatça kullanılabilen kısa yaylar bilhassa Asya'da mükemmelleştirilmiştir. Kısa yayın etkinliğinin arttırılması amacıyla geliştirilmiş yapım teknikleri kompozit yayları ortaya çıkarmıştır. Ağaç - boynuz (kemik) - sinir ve tutkaldan gibi 4 temel unsurdan oluşan kompozit yayların yapımı hem ustalık hem de uzun bir süreç istemekteydi. Ustalık + emek + zaman birleşimiyle meydana getirilen bu yaylar da tıpkı basit uzun yaylar gibi dünya tarihinin şekillenmesinde önemli etki sahibidir. Sami kökenli bir Asyalı toplum olan Hyksosların Mısır'ı fethetmelerinde, Romalıların Parth Krallığı'nı alamamalarında, Haçlı seferlerinin başarısız olmasında ve Cengiz Han'ın ordularının bu silahı iyi kullanan hemen her topluma yenilmelerinde kompozit yayların etkisi büyüktür. 


     Daha önce de belirttiğimiz gibi, kompozit yayların yapımında emek - süreç ve yetenek unsurları çok önemlidir. Kompozit yayı yapacak kişi öncelikle seçtiği ağaç damarını ağacın öz suyu yardımıyla gerileceği yönün tersine doğru büker. Yayın arka tarafı at veya boğa boynundan alınma ve hayvan ya da balığın yapışkanımsı maddesine bulanmış ince sinirle kaplanır. Bu işlemin akabinde yay biçim alması için kalıba yatırılır. Yayın bel kısmına boynuzun tirizleri yapıştırıldıktan sonra ise bir mevsim bekletilen yay ortasından bükülmesi için gerginleştirilir. Bu zor bir işlemdir; zira bazı yaylar tam bir daire şekline getirilir. Bunun sonucunda kısa yay, uzun okun fırlatılması için uygun bükülgenliğe sahip olur.  


     Kökeni Orta Asya'ya uzanan kısa kompozit yaylar, at ve at arabaları gibi mobilize unsurlar üzerinde de kolaylıkla kullanılabildiği için bu coğrafyanın göçebe kavimlerinin en temel silahı olmuştur. İskitler, Hunlar, Moğollar, Anadolu Türkleri ve diğer Asyalı toplumlar Çin'den, kuzeybatı Avrupa'ya kadar düşman piyade ve süvarisini kompozit yaylarının etkinliğiyle yenmeyi başarmışlardır.



Savaş Tarihi'nde İz Bırakmış Bazı Yaylar ve Bunlarla İlgili İllustrasyonlar...


Japon Yayı - Yumi ve Japon Okçuları Tasvir Eden Bazı İllustrasyonlar

(M.S. 800'lü yıllara değin tek parça ağaçtan yapılan Yumi, önce bambu ile birleştirilmiş, sonra da deri ile de lamine edilerek kompozit bir hal almıştır. Yumi yaklaşık 2 ila 2,5 metre arasında değişen ebatıyla uzun bir yaydır. Ancak aerodinamik yapısı sayesinde at üzerinde de kullanılabilmektedir.)












Roma - Bizans Yayı ve Bu Yayı Kullanan Okçuları Tasvir Eden Bazı İllustrasyonlar

(Roma ordusunda okçuluğa çok fazla önem verilmemekle birlikte, Roma'nın doğudaki devamı niteliğinde olan Bizans'lılar okçuluğa Batı Roma'dan daha fazla önem vermişler, hatta talimnamelerinde okçu birimlerinin nasıl savaşacaklarını bile yazmışlardır. Buna göre; saf tutmuş olan okçuların ilk iki safı düşman süvarisinin atlarının ayaklarına doğru nişan alırken, arkadaki saflar oklarını yukarıdan düşmanın üzerine yağacak şekilde dik açıyla nişan almaktaydılar. Düşman süvariler kalkanlarıyla hem kendilerini hem de atlarını koruyamayacakları için bu tür bir atış tekniğinin düşmana daha fazla zarar vereceği öngörülüyordu. Düşman piyadesini hedef alırken de yine doğrudan hedef almamaları isteniyordu; zira piyadeler kalkanlarıyla kendilerini koruyabiliyorlardı.) 










Kore Yayı - Gungdo ve Bu Yayı Kullanan Okçuları Tasvir Eden Bir İllustrasyon

(Kore yayı, yapı olarak boyu ve biçimiyle diğer Asya yayları içinde Osmanlı yayına en fazla benzeyen yaydır. Ayrıca Kore kültüründe çok önemli bir yere sahiptir. Kurucu krallardan Go Jumong'un efsanevi bir okçu olduğu, bir ok ile havadaki beş sineği yakalayabildiği Kore kültürünün önemli bir efsanesidir. Toplumsal olarak bu denli öneme haiz olan Kore yayı bu toplumun Çin ve diğer düşman toplumlar ile olan savaşlarda kullandıkları en etkili silah olmuştur.)





(Kore Donanmasının Efsanevi Amirali Yi'nin Japon İstilası Sırasında Ölümünü Anlatan Bu İllustrasyonda Kore Ordusunun Ana Unsurları Olan Okçular Da Tasvir Edilmektedir.)





     İskit'lerin batıya doğru yaptıkları akınlarla tanıttığı atlı okçuluk bilhassa Hun'ların Avrupa'ya yayılmasıyla bu kıtada iyice tanınmıştır. Yapılış özelliklerinden dolayı daha aerodinamik bir yapıda olan kısa kompozit yaylar at binicileri için kolay bir kullanım sağlıyordu. Batıdaki basit uzun yaylar kısa yaylardan fazla bir manevra alanına ihtiyaç duyar ve krişleri ancak yüze kadar çekilebilirken Asya'nın kısa kompozit yayları dar bir manevra alanında kullanılabildiğinden dolayı hem at üzerinde rahatça atış yapılabiliyor hem de krişleri kulağa kadar çekilebiliyordu.


     Üzengi icat edildikten sonra at kullanımının kolaylaşması aynı paralelde okçuların da işini rahatlatmıştır. Çünkü üzengisiz ata binmek başlı başına bir maharet istemektedir. Binicinin atı ustaca kullanması, at üzerinde istediği yöne doğru rahat hareket edebilmesi, atın üzerinde etkin biçimde atış yapabilmesi üzengi sayesinde mükemmelleştirilebilmiştir. Zira okçu piyadeler ok atarken krişi tutan ellerini sabitte bırakabiliyorken atlı okçular aynı anda atı idare ettiğinden krişi tutan elleri sabit kalmaz. Dolayısıyla üzengi bu dezavantajı ortadan kaldırmıştır.



İskit Yayı ve İskit Okçusu

(İskit'ler de okçuluktaki yetenekleriyle ün salmış bir toplumdur. Çocuk, kadın, erkek demeden her İskit bireyine okçuluk talimi yaptırılmıştır. Ayrıca okçuluk teknolojisinde de çağdaşlarına göre daha iyi yerdeydiler. Bazı İskit kurganlarında bulunan zırh parçaları ve temrenler İskit zırhlı okçularının yapısı hakkında bize dönemsel bilgiler sunmaktadır. Pantolon ve çizme giymeleri [ki o dönemde Akdeniz toplumları ve Çin'liler halen entari giymekteydi] ile üzengiyi kullanmaları atların toplumsal hayatta önemli yer tuttuğunu göstermektedir.)














Pers Yayı ve Pers Okçusu

( Tarihçi Heredot, Pers'lerin sadece üç şeye önem verdiğini belirtmektedir: Yay kullanmak, ata binmek ve doğruyu söylemek... Pers'lerde okçuluğun ve atlı okçuluğun çok önemli öğeler olduğunu Heredot gibi daha nice tarihi kaynak bize teyit etmektedir. Öyle ki, okçulukta yeteneklerin zirvesine ulaşamak için 20 senelik bir eğitim sürecinden geçilmesi gerektiğine inanılıyor ve usta bir okçunun düşmanı kulağından vurabilmesi gerektiği düşünülüyordu.

Diğer taraftan, Antik dönem Pers ordusunda 10000 kişilik okçu birimleri olduğu, bunların savaşta kilit rol oynadıkları biliniyor. Sparabara denen okçu piyadeler bir kalkancı tarafından korunarak yanaşık düzende ok atarlardı. Atlı okçular ise Pers kültürüne muhtemelen Asur'lar kanalıyla yerleşmiştir. Atlı okçuların savaşlarda ana görevleri düşmanı kuşatmak ve bu kuşatma sırasında üzerlerine her yerden ok yağdırarak onları zor durumda bırakmaktı.)










     Etkin bir atlı okçu sınıfına sahip olan toplumlar, daha önce de belirttiğimiz gibi, bunun semeresini almışlardır. Özellikle Türkler ve Moğollar savaş alanlarında mobilize atlı okçu birimleri sayesinde insiyatifi ellerinde tutmayı başarmışlardır. Batıda yaya okçular M.S. 11. yüzyılda bile öncelikle piyadelerin hareketini kolaylaştırmak ve kuvvetlendirmek amacıyla savaş alanında saf tutarlarken onlardan 700 yıl önce Hun'lar atlı okçularını birincil güç olarak kullanıp, düzenli orduları savaş alanlarında mağlup edebiliyorlardı. Keza daha sonra diğer Türk devletleri, Araplar ve Moğollar okçu birliklerinin etkinlikleri sayesinde önemli zaferler kazandılar.


     Arap okçuları için yay en ölümcül silahtı. Ayrı bir birim olarak örgütlenen okçular etkili menzilleri 100 metre kadar olan oklarını ustaca kullanırlardı. Bilhassa kısa menzildeki cesaretleri efsaneviydi: Bazı belgelerde, Araplarla savaşan düşmanların üzerlerine isabet eden oklar nedeniyle kirpiye döndüğü rivayet edilmektedir. Okçular odun ya da bambudan yapılmış ve metal uçlu (çoğunun temrenine zehir sürülmüş) 30 ila 50 arasında ok taşırlardı.



Arap Yayı ve Arap Okçularını Tasvir Eden İllustrasyonlar








Develi Arap Okçuları (7. Yüzyıl Civarları)...

    






     Atlı okçuluk söz konusu olduğunda son 1000 yılda öne çıkan üç önemli ekolden söz edebiliriz: Bunlar Macar, Moğol ve Türk - Osmanlı atlı okçularıdır.

     Hun'ların M.S. 4. - 6. yüzyıllar arası Avrupa'ya yayılması özellikle Orta Avrupa'da yaşayan - yaşamaya başlayan göçebe toplumlar arasında atlı okçuluk üzerine etkiler bıraktı. Özellikle Macarlar okçuluk ve atlı okçuluk anlamında bir hayli tecrübe kazandılar. Köken olarak göçebe yaşam biçimini benimseyen Macar insanı, Orta Asya bozkırlarının göçebe toplumlarıyla benzer askeri taktikleri uyguluyordu. Tüm Macar askerler iyi bir savaşçı, tüm savaşçılar da iyi bir süvariydi. Hafif zırh kullanan bu savaşçıların en tipik silahı kompozit yaylardı. Bu yaylar at sırtında rahatça kullanılabilecek kadar kısa ve bir zırhı delebilecek kadar güçlüydü.

     Macarların Lechfeld'de Germen'lere yenildikten sonra toplum olarak Hıristiyanlığı benimseyip, yerleşik düzene geçmeye başlaması okçuluğa verdikleri önemi azaltmadı. Daha uzun yıllar boyunca Macar ordusunun temel birimi okçular ve atlı okçular oldu. Bugün bile Macaristan'da hemen her şehirde en az iki tane okçuluk kulübünün olması bu milletin okçuluğa verdiği ehemniyeti açık bir biçimde göstermektedir.



Macar Yayı ve Macar Okçularını Tasvir Eden İllustrasyonlar











     Okçuluğun ve atlı okçuluğun toplumsal yaşama nüfuz etmiş diğer önemli bir toplumu da Moğollar'dır. Hem hafif hem de ağır zırhlı Moğol süvarisi 350 metre menzile çıkabilen kompozit yaylar kullanılırlardı. Bu yaylar Moğol ordusunun en etkili silahıydı; zira o dönemde batı toplumlarının kullandığı standart bir yay 35 kg. çekişe sahipken Moğol yayının çekiş gücü 80 kg. civarındadır. Bu da batı yaylarının 200 m. civarı bir menzile sahipken, Moğol yaylarının menzilinin 350 m. civarlarına çıkmasına olanak tanımıştır. 


     Moğolların atış stili de batılı toplumlardan farklıydı. Tıpkı Türk toplumlarının kullandığı gibi başparmak üzerinde yüzüğe benzeyen, yay kirişinin oku normalinden çok daha fazla hızlı ve isabetli fırlatmasına yarayan bir aparat (zihgir) kullanıyorlardı. Batı tipi okçulukta ise kiriş işaret parmağıyla çekiliyordu. Zihgirin kullanımı ile hem el yorulmuyor hem de daha seri atış yapılabiliyordu.


     Moğollar genellikle sol taraflarında asılı iki yay taşırlardı; bunlardan biri kısa, diğer uzun menzilliydi. Ayrıca çeşitli tipte oklar kullanıyorlardı. Kısa menzil için ağır, uzun menzil için hafif oklar; işaret vermek için havada ıslık sesine benzer sesler çıkaran oklar, yangın çıkarmak için ateşli oklar; ve zırh delebilmesi için uçları ısıtıldıktan sonra tuza yatırılmış üç tüylü okları vardı. Neredeyse yürümeye başlamadan önce atlara bindirildikleri için at konusunda da uzmandılar. Seferlere katılırken her askerin beş tane ata sahip olmak zorunda kalması atın Moğol toplumsal yaşamındaki yerini net biçimde göstermektedir.



Moğol Yayı ve Moğol Okçularını Tasvir Eden İllustrasyonlar



















     Türk okçuluğu ise temeli M.Ö. 1000'li yıllara dayanan bir ekoldür. İskit'lerle başlayan dönüşüm Hun'lar ve diğer Orta Asya Türk toplumları ile devam etmiş, nihayetinde Selçuklu ve Osmanlılar ile günümüze değin taşınmıştır. İslam öncesi dönemde özellikle Hun'ların okçulukta çok ileriye gittiğini görmekteyiz. Dünya savaş tarihinde Hun'ların belirli bir düzen içerisinde atlarıyla hızla hareket ederek düşmanlarını ok yağmuruna tutup, netice alan ilk organize atlı okçu birlikleri olduğu bilinmektedir. Kemik uçlu okları ve kompozit yayları ile 60 m. mesafeden hedeflerine çok etkili atışlar yapabiliyorlardı. Yaylarının menzili ise kullananın ustalığına göre 200 m.ye çıkabiliyordu ki, bu menzil o dönem için üst düzeydedir.


     İslamiyetin kabulünden sonra da Türk okçularının hasletlerinden birşey kaybetmediğini görüyoruz. İslam dininin de okçuluğa büyük önem atfetmesi, sırf okçuluğu öven hadislerin bulunması Türk okçuları için manevi bir güç oluşturmuştur. Tabii ki, okçuluğun bu denli ileri olmasında kullanılan yayın ve atlı okçular için de atın önemi çok büyüktür. Türk yayı, yapımı 3 seneye uzanan, meşakkat ve maharet isteyen bir sürecin ürünüdür. Yayın hedefe bakan dış kısmı gerilime ahşaptan daha dayanıklı olan tendonla, yayın atıcıya bakan iç kısmı da sıkışmaya ahşaptan daha dayanıklı olarak cevap veren boynuzla kaplanır. Dıştaki tendon, ortadaki ahşap kısım ve içteki boynuz kısmı hayvansal kaynaklı bir tür tutkalla birleştirilir. Bu işlem sırasında ahşap kısım, boynuz, tendon ve tutkal birleşip, beraber esneyecek ve sıkışacak hale gelir. Böylelikle basit ahşap yaylardan farklı olarak Türk yayı uç bükümlü ve kurulu değilken dış bükümlü halde bulunabilir. Dış büküm sayesinde ön gerilim sağlanarak enerji birikimi arttırılabilirken uç büküm sayesinde de ani çekiş kuvveti için sarfedilecek fazla enerjinin önüne geçilir. Böylelikle her Türk yayının ortalama 60-65 kg. çekiş gücüne ulaşması sağlanabilmektedir.



Türk Kompozit (Bileşik - Karma) Yayı



 

     Türk okçuluğu için diğer önemli bir unsur kullanılan atların yapısıdır. Diğer pek çok toplumun aksine Türk atlıları kısa boylu atları tercih ediyorlardı. Bu atlar uzun boylu atlardan farklı olarak, tempolu yürüyüp geç yoruluyorlardı. Uzun mesafelerde ise diğer atlara fark atabilecek yapıdaydılar. Bireylerin atlarla olan ilişkisi henüz çocuk yaşlarda başladığından her Türk süvarisi atını iyi tanıyan, usta binicilerdi. Gem, yular gibi aparatlar kullanmadan, atlarını sadece bacakları vasıtasıyla idare edebiliyorlardı. Böylelikle atı yönlendirmek için kullanacakları bir elleri boşta kalıyor ve bu elleriyle yaylarını rahatça kullanabiliyorlardı. Atlarına karşı sahip oldukları bu hakimiyet ile Türk okçuları etkili vurkaçlar ve sahte ricatlar yapabilmekteydiler. Başta Malazgirt Meydan Muharebesi olmak üzere pek çok savaşta Türk atlı okçuları hasımlarını yenilgiye uğratan unsur olmuşlardır. Üstelik hasımlarının yine aynı yöntemlerle kendilerine karşılık vermeye çalışmalarına rağmen...


     Türk okçuluğu ve yay yapımı en mükkemel dönemini Osmanlılarla yaşadı. Takriben 15. ve 16. yüzyıllar arasında dönemin savaş teknolojileri baz alınarak yapılan Osmanlı yayları ve okları, kullanan için üst düzey bir manevra yetisi sağlayarak en az ağırlığa ve en kısa uzunluğa (90 cm. civarlarına) sahip olacak şekilde geliştirildi. Bu dönemde yapılan yayların fırlattığı ok menzili, batılı çağdaşlarının menzillerinden daha fazlaydı. Örneğin; 1790'lı yıllarda İngiltere'de Osmanlı konsolosluğu yapan Mahmud Efendi'nin bir davet esnasında menzil atışı olarak bilinen ve oku en uzağa fırlatmayı amaçlayan bir atış türünde 3 atış yapmasından sonra attığı oku 440 m. civarındaki bir mesafeye göndermesi oradaki izleyicileri hayrete sokmuştur. Çünkü o döneme değin meşhur İngiliz uzun yayı (Longbow) ile yapılan en iyi atış 300 m.ler civarındadır. İşin daha ilginci, Mahmud Efendi'nin atışı yapmadan önce yanındakilere kendisinin antrenmansız ve yayın da timarsız olduğunu samimiyetle söylemesidir. Mahmud Efendi'nin bir amatör olduğunu ayrıca zikretmekte fayda vardır. Zira aynı yıllarda yapılan Osmanlı menzil atışlarında profesyonel kemankeşler (profesyonel okçular) 800 m.lere rahatlıkla ulaşabiliyorlardı. 



Türk Okçularını Tasvir Eden İllustrasyonlar

Atlı Hun Okçusu (6. Yüzyıl)






Atının Üzerinde Arkasına Dönüp Atış Yapan Bir Türk Okçusu (8. Yüzyıl)






Bozkırda Karşı Karşıya Gelmiş Selçuklu ve Kuman Okçuları (13. Yüzyıl)





Yeniçeri Okçusu (15. - 16. Yüzyıl)





     Okçulukta en az yay kadar önemli diğer bir unsur da atılan ok ve onun yapısıdır. Genellikle üç bölümden oluşan standart bir okta uçtaki sivri bölüme "temren", orta bölüme "sap", sapın arka kısmında kalan tüy ya da kanatçıklara ise "yelek" denmektedir. İlk oklarda temrenler sivri uçlu taş veya kemiklerden oluşurken metalürjinin ilerlemesiyle etkili metal temrenler yapılmaya başlandı.


     Temrenleri kullanım alanlarına göre şöyle sınıflandırabiliriz:

A) Kemik Temren: Yapılan ilk etkin temrenlerdir. Kemikten teşekkül edildiği için zırh delmede başarısızdır. Fakat yapımı ucuz olduğundan Ortaçağ Avrupa'sında bile kullanılmıştır.

B) Bakır Temren: Kemikten daha etkili fakat demir temrenlerden daha etkisizdir. Demirden daha hafif olduğu için zırhsız uzak hedefleri vurmakta kullanılmıştır.

C) Demir Temren: Zırh delmekte çok etkilidir ancak pahalı olması ve ağırlığından ötürü uzun mesafelerde etkisizleşmesi nedeniyle kısa mesafeler içi tercih edilmiştir. İyi bir yayla atıldığında kalkanları bile delebilmektedir.

D) Kancalı Temren: Bu tip temrenler temrenin sivri taraflarına aksi yönde çıkıntılar eklenerek şekillendirilmişlerdir. Geriye doğru şekillendirilen çıkıntılar bir kanca halini alarak vücuda girdiğinde dışarı çıkarılmasını engelliyordu. Çıkarmak için zorlandığında açtığı yaranın etkisi de büyüyordu.

E) Çavuş Oku: Öldürme amacından ziyade çıkardığı seslerle nereye yönelineceğini gösteren ve düşmanın moral - motivasyonunu bozan temrenlerdir. Kemik ya da hafif metalden yapılır, üzerine hava akımının içinden geçeceği delikler açılırdı. Böylelikle ok fırlatıldıktan sonra havada içinden geçen hava akımı okun tiz bir sesle, ıslık sesi çıkarır gibi hareket etmesini sağlardı. Osmanlılarda kıdemli askerlere (çavuşlara) verildiği için "Çavuş Oku" dendiği rivayet edilir.

F) Alevli Temren: Delme amaçlı yapılmaz, hafif malzeme kullanılarak yanıcı maddelerle sarılırdı. Yangın çıkarmak ve karanlıkta istikamet vermek için kullanıbiliniyordu.

G) Zehirli Temren: Temrenin ucuna içinde zehir tutan hazneler eklenerek yapılandırılıyordu. Düşman için en ölümcül temrenlerden biridir.

H) Yumuşak Temren: Kauçuk benzeri yumuşak maddelerden yapıldığı için savaşta değil oyun ya da eğitimlerde kullanılırdı. Vurulan hedeflere zarar vermezdi.    


     Ateşli silahların icadıyla önemi ve kullanımı azalmaya başlayan okçuluğun zamanla spor amacıyla yapılır hale geldiğini görmekteyiz. Bugün ise okçuluk olimpik bir spordur ve sadece özel ilgiye mahsusen uğraşılmaktadır. Okçulukla kadim bağları bulunan toplumlar, kurdukları okçuluk kulüpleri vasıtasıyla bu geleneği halen yaşatmaktadırlar.



YARARLANILAN KAYNAKLAR:

* Christon I. Archer - John R. Ferris vd., Dünya Savaş Tarihi, (Çev.) Cem Demirkan, Tümzamanlar Yayıncılık, 2006.

* C.W.C Oman‚ Ok Balta ve Mancınık: Ortaçağ´da Savaş Sanatı 378 - 1515‚ (Çev.) İsmail Yavuz Alogan, Kitap Yayınevi‚ İstanbul‚ 2002.

* Murat Özveri, "Türk Geleneksel Okçuluğu Bölüm: 1" ve "Türk Geleneksel Okçuluğu Bölüm: 2", (Çev.) Mert Topçubaşı, 15 Şubat 2011.




* Osprey Publishing (Muhtelif Kitaplar).


* William Weir, 50 Weapons That Changed Warfare, New Page Books, 2005.

2 Şubat 2011 Çarşamba

BİR RESİM, BİR İSİM (3)

İspanyol Armadası'nın Bozguna Uğraması 1588  - Philip Loutherbourg