En kısa şekliyle "savunmak ya da saldırmak amacıyla kullanılan araç" olarak tanımlanan silah olgusu tarih boyunca insanoğlunun yaşamını şekillendiren en önemli etkenlerden biri olmuştur. Bazıları insanoğlunun gündelik yaşamına müspet etki sağlaması amacıyla icat edilmişken (Ör: Mızrağı icat eden kişinin muhtemelen bu aleti besin kaynağı olan hayvanları avlamak veya vahşi hayvanlardan korunmak için kullanması, yine baltayı icat eden kişinin bunu rutin gündelik işlerinde fayda sağlayacağını düşünerek yapması vb.) bazıları da daha fazla insanın zarar görmemesi için "caydırıcı" bir işlev görmesi fikriyle ortaya çıkmıştır.
Zaman geçtikçe yapıları değişen, etkileri artan silahların tarihsel perspektifte toplumlar ve dolayısıyla da savaşlar üzerinde sağladığı dönüşüm bu konumuzun esası olacak. Konuya adını veren başlığı William Weir'in "50 Weapons That Changed Warfare (New Page Books, 2005)" adlı kitabından aldık ve bilgileri büyük ölçekte bu kitabı referans alarak paylaşacağız.
İlk konumuz "KILIÇ"lar...
NOT: Farklı bölgelere ait kılıçlar hakkındaki bilgiler internetten derlenmiştir.
NOT: Farklı bölgelere ait kılıçlar hakkındaki bilgiler internetten derlenmiştir.
KILIÇ
Kılıç birçok kültürde çok önemli bir yere sahiptir. Japon-Batı-İslam-Hint ve Afrika medeniyetlerinde kılıcın sembolik değeri yüksektir. Örneğin; Afrika'da krallık sembolü olmuşken Rönesans döneminde Avrupa'da centilmenlik alameti olarak görülmüştür. Zaten bu mahiyetinden ötürü Sanayi Çağı'na değin aşırı pahalı bir silah olarak kalmıştır. Sadece önemli insanlar ve erken zamanlarda yönetici konumundaki kişiler kılıç sahibi olabiliyordu. Tunç Çağı'nda değerli bir maden olarak tunç kullanıldı. Demir Çağı'nda ise kılıcın daha etkili bir silah olabilmesi için işlenmiş demire çelik katılıyordu. Ancak bu uzun bir zaman aldı; zira demiri çelikle harmanlamak ustalık gerekiyordu. Avrupalı ve Hint'li demir ustaları "Model Kaynaklama" yöntemini kullandılar. Bu işlemi katı çeliğin ve yumuşak demirin burmalarını birbirine örerek yaptılar. Aynı zamanda yeteri sertlikte kenarı olan bir bıçak ağzı yapmak ve kılıcın sert bir darbe sırasında kırılmaması amacıyla, yeteri esneklikte olması için kaynak işlemini uyguladılar. Japon demirci ustaları kılıca bu özelliğini verebilmek için demiri odun kömüründe ısıtarak düzleşmesi için dövdüler. Akabinde katlayıp tekrar kaynatma işlemine tâbi tuttular. Demirci ustaları bahsettiğimiz işlemi kılıç çeliğin 4 000 000 katmanını içerene değin yaptılar. Daha sonra kılıcın ucunu ve kenarını kılıcın diğer kısımlarından daha fazla sert hale getirebilmek için eşsiz bir su verme işlemine giriştiler.
Geçmişte Kullanılan Bazı Kılıç - Kama - Pala ve Hançer Çeşitleri
Gladius - Roma
(Romalıların kullandığı, kısa [60-70 cm. uzunluğunda, 1-1,5 kg ağırlığında] ve iki ağızlı bir kılıçtır. Gladyatörler bu kılıcı kullandıklarından ötürü "Gladyatör" adını almışlardır. Yakın dövüş için çok ideal dizaynı vardır. Uzun kılıçlara göre kullanımı kolay, kısa bir manevra alanı gerektiren, hasma karşı delici ve kesici yaralar açabilen bir kılıçtır.)
Flemberge - Alman
(Cermen kökenli, iki elle kullanılan, uzun [1,80 m. civarı] bir kılıçtır.)
Katana - Japon
(Japon samuraylarıyla özdeşleşen, genellikle çift elle kullanılan, kesmeye ve saplamaya yarayabilen, yapılışında farklı tekniklerin uygulandığı, 60-73 cm. uzunluğundaki eğri bir kılıçtır. Birçok uzmana göre dünyada kullanılan en iyi kılıçtır.
Katanalar bir tek ustanın elinden çıkmazlardı. Kabzaları, kınları, kılıcın kendisi ve bileme işlemleri ayrı ayrı ustaların uzun zaman süren çalışmaların ürünü olarak şekillenmekteydi. Katanalar tek tarafı keskin biçimde yapılmakta [Bir dönem "Muramasa" adında, iki tarafı keskin katanalar yapılsa da, usta kullanıcılar için bile tehlikeli olduğundan kullanımı pek benimsenmemiştir.] ve kullanan için statü bildirmekteydi. Katana kullanıcısı, katanaya sahip olduğunda bunu onurlandırıcı telakki etmekteydi.)
İnsanlar kılıca çok para ödemeyi göze alabiliyorlardı; çünkü kılıcın bire bir kavgada kullanılan silahlar arasında eşi yoktu. Kılıç hançerden daha uzundu ama manevra yapabilme kabiliyetine göre mızraktan daha kısaydı. Kılıcın kesme, darbeyi bertaraf etme ve saplama özelliği vardı.
İlk kılıçlar uzun, ince tunç kesicilerdi. Düz, iki kenarlı, dar uçlu bir kesici ağız vardı ve bu kılıçlar saplamaya çok uygundu. Bu Erken Tunç Çağı kesicileriGirit'ten İrlanda'ya kadar her yerde bulunuyordu.
Kılıç, Miken uygarlığındaki asil sınıf için önemli bir silahtı. Ancak Klasik Çağ'daki Yunanlılara göre kılıç "son şans" olarak görülen bir silahtı. Onlara göre kılıç, mızrak kırıldığında ve mızrağın hedefine ulaşmasının mümkün olmadığı zamanlarda kullanılırdı. Bununlar birlikte Romalılar kılıcı silah donanımlarının ana parçası haline getirmişlerdi. Lejyoner mızrağını düşmana atıyordu ama asker aynı zamanda sağ tarafında taşıdığı kısa bir kılıç olan, Romalıların "Gladius" adını verdikleri kılıca da güveniyordu.
Seyf (Sabre) - Arap
(Eski Arabistan'da kılıçlar düz ve iki ağızlı olsa da, Arap yarımadasında zamanla eğimli ve ağzı küt - çentikli kılıçlar da üretilmiştir.)
Kan Dao ve Jian - Çin
(Çin kılıçlarından "Dao"lar görünüş itibarıyla palaya benzerler. Sapından ucuna doğru genişleyen yapıları ve tek elle kullanılabilir olmaları kullanıcısı için özellikle kesiciliği açısından fazlaca yarar sağlamaktadır. Jian ise tek elle kullanılan, uzunluğu 45 ila 80 cm. arasında değişen, ucu saplama - kesme amacıyla kullanılan bir kılıç şeklidir. Bu nedenle ucu bir anda sivrilmeyip, hafif bir eğimle sonlanmaktadır. İki elle kullanılabilir büyüklükte olanlarının boyu 160 cm. ye ulaşabilmektedir. Ayrıca kabzalarına rakibi şaşırtmak ve bileğe bağlanıp kontrolü arttırabilmek için farklı renklerde püsküller de takılabilmektedir. Aşağıda önce "Dao"yu, sonra da Jian'ı görmektesiniz.)
Claymore - İskoç
(Claymore İskoç kökenli bir kılıçtır.. 33 cm’lik kabzası ve 2,5 kg’lık ağırlığı ile oldukça büyük bir kılıçtır. Ağır olması, iki tarafınında keskin olması kullanan kişinin de, rakibinin de zırh giymesini neredeyse mecbur kılar. Dikeydir. Keskin bir açıyla sonlanan ucu vardır. Balçağı uzun bir demirden oluşur. Bu yüzden baş aşağı tutulduğunda haçı andırır. Tek elle kullanımı oldukça zordur. Ama gerektiğinde tek elle kullanılacak biçimde hazırlanmış olanları da (bastard sword) bulunmaktadır. Ağır olması yüzünden bu kılıçla yapılan dövüşler diğerlerine nazaran uzun olabilmektedir.)
Yunan ve Roma ordularının başarısı bütün Avrupa'da yakın mesafeden savaşmayı yaygınlaştırdı. Yakın mesafeden savaş arabacıların ve daha sonra Asya steplerindeki atlı okçuların hareket halindeyken ok atmalarından oldukça farklıydı. Zamanla Romalıların "Barbar" adını verdikleri Frank'lardan, Got'lar, Kelt'ler ve Töton şövalyelerine kadar tüm toplumlar kılıçla savaşmayı öncelik haline getirmeye başladı.
Kılıç yayla savaşan Hun süvarileri için de önemli bir silah haline geldi. Hunlar savaşa başlarken ilk önce oku kullanırlardı. Düşman kuvvetleri zayıf ve demoralize bir hale gelmeye başlayınca kılıç okun yerine geçerdi. Hun'lardan sonra diğer Türk toplumları da kılıç kullanmayı benimsemeye başladı. Bu özellikleri Haçlılar ile savaşmaya başladıklarında kendilerine büyük avantaj sağladı. Ağır zırh giyinmiş Haçlı askerleri için oklar pek sorun olmasa da, kılıca karşı muharebe etmek büyük problem oluyordu.
Şemşir - İran
("Şem" kuyruk veya pençe, "Şir" ise aslan demektir. Dolayısıyla bu kılıcın ismi aslan kuyruğu ya da aslan pençesi anlamına gelir. Kabzadan ağıza eğri bir kılıçtır. Ağzının düz veya eğri olmasından ve bu eğriliğin derecesinden bağımsız olarak, orta veya uzun ağızlı ve bir balçağa sahip tüm kesici silahlar için "şemşir" sözcüğü kullanılmıştır. Eğri kabzalı bir kılıç at üstünde düz bir kılıçtan çok daha etkili olarak kullanılabilir; bu nedenle, zaman içerisinde eğri ağızlı kılıçlar birincil süvari silahı olarak düz namlulu ve iki ağızlı kılıçların yerine geçmiştir. Bu değişim, İran’da özellikle XIII. yüzyıldaki Moğol istilasının ardından belirginlik kazanmıştır.)
Schiavona - Venedik / Hırvat
(Rönesans döneminde Dalmaçya ve İtalya civarlarında popüler olmaya başlamış bir kılıç çeşididir. Sepet biçiminde şekillendirilmiş kabzasıyla ünlenmiştir. Standart bir Schiavona yaklaşık olarak 1 metre boyu ve 1 kg. ağırlığa sahiptir. Özellikle 17 yüzyıl Venedik ağır süvarileri bu kılıcı kullanmayı tercih etmiştir.)
Keris / Kris - Güneydoğu Asya
(Keris veya diğer adıyla Kris, Güneydoğu Asya kökenli bir kılıçtır. Endonezya, Maleyza, Singapur, Tayland, Brunei ve Filipinler gibi ülkelerde kullanımı yaygındır. Bilinilirliği milattan önce 3. yüzyıla değin götürülmektedir. Dalgalı yapısı ile estetik bir görünümü vardır. Estetik yapısının verdiği kullanım kolaylığı ve deliciliği Keris'in en mühim özelliklerindendir.)
Piyade tüfek ve süngü kullanmasına rağmen 18. yüzyılın ortasında halen kılıç taşıyordu. Piyadeler tüfek ve kargıyı kullanmaya başladığı zaman Batı Avrupa süvarisi ata binilirken kullanılan kargının yerine piştovu kullanmaya başladı. Ama halen kılıç da kullanmaya devam ediyorlardı. 30 Yıl Savaşları'nın kahraman İsveç'li önderi Gustavus Adolphus, süvari birliklerinin piştovu minimum oranda kullanmalarını istemiş ve onun yerine düşmana kılıçla saldırmalarını desteklemiştir.
Rapier - İspanya
(16. Yüzyıl civarlarında İspanya'da kullanılmaya başlamıştır. O dönemde kılıç alanında yeni bir devri açtığı söylenebilir. Zira o döneme değin kullanımda olan ve kesici özellikleriyle ön plana çıkan büyük kılıçlar zırhların gelişmesiyle birlikte etkinliğini kaybetmeye başlamıştı. Ayrıca boyları ve ağırlıklarının kullanıcıları için bazı kullanım zorluklarını da beraberinde getirmesi Avrupa'da daha hafif, kullanımı kolay ve kesicilikten ziyade deliciği ve esnekliğiyle fark edecek bir kılıcın tezahürüne yol açtı. Yaklaşık 1 kg. ağırlığa ve 1 metre uzunluğa sahip bu kılıç 16. yüzyıl sonlarından itibaren Avrupa'da çabucak benimsendi. İnceliği, uçlarının sivriliği ve esneklikleri sayesinde ağır zırhlar üzerinde en ufak açıklardan bile içeri girip, hedeflerine zarar verebildikleri için diğer kılıçlar arasındaki müstesna yerini almıştır.)
Kukri - Nepal / Hindistan
(Köken olarak Nepal orijinli olsa da, Hindistan'ın milli simgelerinden biridir. Boyları 26 - 45 cm., ağırlıkları ise 450 - 900 gr. arasında değişmektedir. Bu yönleriyle kılıçtan ziyade "pala" kapsamına girerler. Ghurka efsanelerine göre kınından çıktığında kan akıtılması gerektiği ön görüldüğünden görüntüsü kadar anlamı da insanlar için korkutucu hale gelmiştir.)
Yatağan - Türk
(16. yüzyılda yaygınlaşan bir Türk kılıcıdır. Denizli'nin Yatağan köyünde yapıldığından ötürü, kılıcın da buranın ismiyle anıldığı düşünülmektedir. Bir rivayet ise, kuşağa sıkıştırılan yatağanın, yan durmasından ötürü bu ismi aldığıdır. Yatağanın en önemli özelliği sadece tek tarafının keskin olması ve aman diyen, teslim olan düşmana ve hayvanata yaşama şansı vermesidir.
Yatağan, pek çok doğu kılıcı gibi kavislidir, ancak (geleneksel kılıçların aksine) keskin ağzı içe gelecek biçimde, ters kavislidir. Çarpışma anında yüksek strese maruz kalan yatağanların ağızları çelikten, sırtları ise esneklik kazanması için demirden yapılırdı. Sapındaki kulaklar, bileği kavrayarak, içe doğru kavislenmesi nedeniyle savrulması zor olan yatağanın kullanımını kolaylaştırır. Bu kulaklar yüzünden, halk arasında "kulaklı" diye de bilinir. Genelde sapından sırtına doğru uzanan bir kemer, darbe anında kırılması muhtemel olan bu bölgeyi destekler. Yatağanların çoğu, sapında ve kabzasında işlemeler taşır. Kabzaya sedef kakma, inci ve değerli taşlarla süslemeler yapılır. Yanaklara ise ustanın adı, "Allah", "Muhammed", "Ali" gibi kakmalar yapılır, veya Kur'an'dan ayetler yazılırdı. Ancak kullanımının yaygınlaşmasıyla, siviller tarafından kullanılan oldukça basit yatağanlar da yapılmıştır.
Yatağan, görünüş itibariyle doğu esintileri taşısa da, kullanımı daha ziyade Romalıların "gladius"larına benzer. Zira, pala, şimşir gibi kılıçlar, darbe enerjisini bıçağa yayarak, kesme üzerine odaklanırken, düz kılıçlar daha çok enerjiyi kılıcın ucuna yakın odaklayarak, daha sert darbeler vurma eğilimindedir. Yatağanda ise, kılıcın ucu keskin kenar üzerine yatırılarak, uç kısımın açısı değiştirilmiş, kılıç daha çok baş-boyun bölgesine vurulması için geliştirilmiştir. Boyna inen sert bir darbe, bu bölgede zaten zayıf olan ortaçağ zırhlarından pek etkilenmeden hasmı öldürebilir. Avrupalılar bu kullanım tarzına istinaden, bir çift yatağana "kelle makası" demişlerdir.
Kısa bir kılıç olması dolayısıyla, hem sivil kullanımına uygun, hem de askerlerin yan silah olarak taşıyabileceği bir silahtı. Bir çok hançer ve kısa kılıca göre daha ölümcül olması da yatağana olan ilgiyi arttırdı. Yatağan, yeniçerilerin olduğu gibi, 18 ve 19. yüzyıllarda pek çok balkan ordusunun sembolüydü. Yeniçeriler, öncelikli kullandıkları tüfek ve kılıçların yanında, kuşaklarında birer yatağan da taşıyorlardı.
Siviller arasında da oldukça yaygın olan yatağan, Kullanımı hançerden daha zor olmasına ve ustalık gerektirmesine karşın, kulaklarının azameti ve şeklinin güzel olması dolayısıyla, oldukça popüler bir silahtı. Kavgalarda, açıkça üstün olan tarafın, zayıf olan tarafa yatağanın keskin ağzıyla değil de, sırtıyla müdahale etmesi bir görgü kuralıydı. [Wikipedia'nın "Yatağan" maddesinden gözden geçirilerek yapılmış bir alıntıdır.])
Bugün kılıç yalnızca askeri birliklerde sembol olarak kullanılıyor. Bununla birlikte binlerce yıldır Roma öncesinden Amerikan İç Savaşı'na kadar kılıç savaştaki asıl silahtı. Kılıcı son kullananlar, kılıcı çok seven Japonlardı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Japon subayların kılıçlarıyla düşmana saldırdıklarına ve çok az bir kısmının tankların kenarına çıkabilip, hamle yaptığını gösteren belgeler mevcuttur.
2 yorum:
Yatağan kılıcı diye resmini koyduğunuz yatağan değildir. Nereden buldunuz o bıçağı. O bir gurkha bıçağıdır.
Konuyu sonuna kadar okuyunuz. Yatağanın fotoğrafı altta, Ghurka (Kukri)ise sizin Yatağan sandığınız ama konuyu dikkatli okumadığınız için göremediğiniz üst konuya (Kukri/Ghurka - Nepal) aittir.
Yorum Gönder